Reklam

Bekir Kara’nın Hatırladıkları 2. ÜMİT AL

 

1962 yılında Malatya Ortaokulunu bitirip Sivas Öğretmen Okulu’na geldim. Ahşap döşemelerinden mazot kokusu yükselen o taş binada nasıl bir kültür ve sanat yuvası oluştuğunu hayretle gördüm. Çok zengin bir kütüphanesi, her konuyu serbestçe tartışabildiğimiz öğretmenleri, herkesin kendi ilgi alanına ayırabileceği serbest saatleri, her ay çeşitli kültür veya sanat etkinlikleri... (Bir düşünün, o bir yıl içinde bize halk ozanı Aşık Veysel’i, sanatçı Bedri Rahmi Eyüboğlu’nu, psikoloji profesörü Rasim Adasal’ı getirdiler.)

O yokluk ve baskı yıllarında böylesine aydın ve seviyeli bir ortam nasıl oluşabildi, bunu hala anlayabilmiş değilim.

İşte bu güzel ortama heyecanıyla ruh veren genç bir hocaydı Ümit Al. Engin kültürü ve edebiyat bilgisiyle Fuzuli’den Yahya Kemal’e, Cenap Şahabettin’den Orhan Veli’ye tüm şair ve yazarları bize tanıttı, okuma zevkimizi ve kültürümüzü geliştirmek için çabaladı. O “Mende Mecnundan füzun aşıklık istidadı var,” diye başladığında, sizi alıp sihirli bir vadiye götürürdü. Ben ilerde zor zamanlarımda bana hayata tutunma gücü veren edebiyat zevkini ondan aldım.

Onun ençok etkilendiğim yönü anlattığı konuya duyduğu heyecandı. Yıllar sonra ben de bunu kendime düstur edindim, bir matematik dersi bile heyecanla anlatılmalıydı. Bezgin bir dille anlatan hocanın dersini öğrenci niye dinlesindi ki?

Belki de bu heyecanı sayesindedir ki, yaşı çok genç olmasına rağmen, bizim gözümüzde otorite ve saygınlığını kazanmıştı. Bu ülkenin sahibiydi o, insanları ve sorunları ona yabancı değildi, bu yüzden kalbinden ne geçiyorsa onu söyler ve uygulardı. (Bir keresinde Gazi Enstitütüsünde davranışlarını beğenmediği hemşerisi bir kız öğrenciyi nasıl azarladığını anlatmıştı, çok şaşırmıştık.)

Ümit Hoca Şubat tatillerinde herkese bir kitap okuyup özetleme ödevi verirdi. Tatil dönüşü birgün sınıfta herkese sırayla hangi kitabı okuduğunu soruyordu. Bir öğrenci “Kerime Nadir’in Hıçkırık kitabını okudum,” demez mi? (Bu, pembe dizi türünden bir romandı.) Ümit Hoca öfkeyle elindeki tebeşiri çocuğa fırlattı. (Şimdi bu size biraz acımasız gelebilir, ama bir hocanın öğretisine bu kadar kendini kaptırmış olması da güzel bir şey değil mi?)

Birgün dışarda bahçede oturuyordu. Yanına gidip o hafta gazetelerde çıkan bir haberi sordum: “Öğretmenim, ‘Komünist Türk şairi Nazım Hikmet Moskova’da öldü,’ yazıyor. Bize hiç öğretilmedi, kim bu şair?” Ümit Hoca ‘ık mık…’ etti, hiçbir şey diyemedi.

Ne diyebilirdi ki? O soğuk savaş ve baskı yıllarında en ufak bir şey dese, sözleri kolayca çarpıtılıp hayatı karartılırdı. (Aslında ben hınzırlık ediyordum. Çünkü, o zamanlar kütüphane başkanıydım, orada cumhuriyetin ilk yıllarında çıkmış antoloji kitaplarında Nazım’ın şiirleri yeralıyordu; ama sonra aforoz edilmiş, kitaplardan çıkarılmıştı. Türkiye bu şair evladıyla ancak 1960 anayasasından sonra tanışabildi, ama bugünün öğrencileri onu hala tanımıyorlar.)

Ümit Al’ın giyim kuşamında, bir kitabı veya tebeşiri eline alışında bile bir asalet vardı. Bu asaleti yüzünden olsa gerek, kimseye haksızlık ettiğini görmedik ve duymadık, çünkü onun karakteri buna müsait değildi.

Cumhuriyetin yetiştirdiği bu aydın ve fedakar öğretmenler nesli artık yok, o güzel adamlar, önden giden o atlılar daim hırpalanıp bir köşeye atıldılar veya rahmetli oldular. Şimdi fakültelerden diplomalı ama meslek ruhu olmayan öğretmenler yetişiyor. Bizler o güzel neslin temsilcilerinden birkaçını tanıyabilmiş olmakla şanslıydık. Hele de Ümit Al öğretmeni, hele de onu...

Bu insanı, bu aydınlatıcı saf öğretmeni tanıdığım için minnettarım, saygı ve sevgiyle ellerinden öpüyorum.

 

NOT: (70li yıllarda nüfus daireleri ben ve Ümit Al gibi pekçok kişiye sormadan soyadlarına oglu eklediler.)  Yani anlattığım öğretmen Ahmet Ümit Aloğludur.

 

 

Yorumlar  

 
0 #4 A. Ümit Aloğlu 21-11-2014 17:03
Sevgili Bekir, teşekkür ederim. Ancak teşekkür edebiliyorum. Okurken, sözünü ettiğin heyecanlarım depreşti, gözlerim doldu, seni ve arkadaşlarını anımsadım, sizlerle olduğum yıllardaki mutluluklarımı yeniden yaşadım. Sağ ol. Özlemlerimle...
Alıntı
 
 
0 #3 Hüseyin Uğur 20-11-2014 14:21
Dönemimizde,Ümi t öğretmenimle birlikte unutamayacağımı z belki sizin zamanınızda yoklardı,Adem Solak,Mehmet Bural,Mehmet Gülal,İsmail Şavk,Mustafa Erdem,Osman Özkan,Mersinli sanıyorum Fen öğretmeni,bize dalak,ciğer,kur bağa üzerinde ders verirdi soyadı Kıymaç olacak,Bedriye Hanım,kilim desenleri üzerinde ve elyazısı üzerinde çalıştırırdı.Sizin gibi zeki çalışkan Ahmet Biçer,Mehmet Mecit,Halit Koçer,Rahmi Çandar,Etem Deniz arkadaşlar yanında okulun adını çeşitli alanlarda;güreş te Kamil,Hoca(laka bı)İbrahim Güleç,Hüsnü Yelbay müzikte;resimde Yusuf Toprak'ın hele suluboyda üstüne yoktu,İrfan Bakan atletizmde,yüks eltirlerdi Adanalı Tahsin isimli bir ağabeyle dolabımı paylaşırdım,Onu n eşyaları spor malzemeleri ve toptan ibaretti ama onların arasında kapağı açılmamış,ciltl i Rübabı Şikeste garip dururdu,ayakkab ılarımız dağıtılmıştı,ay ağımdaki ile idare edebilirim diye,BEYKOZ'umu,Tahsin Ağabey'e bununla değiştirelim,de dim.Verdi.Her etüt sonrası bir iki sayfasını okurdum ,Öğretmenlerime borçluyum.
Alıntı
 
 
0 #2 Hüseyin Uğur 20-11-2014 11:15
Yine o yıllarda,Gemere kli olduğunu sanıyorum,orta boylu yağız,ismini maalesef hatırlayamadım, bizim gibi çok okuyanlardan bir arkadaşım,400 sayfalık saman kağıtlı bir defterle gelmişti,kurşun kalemle yazdığı romanını verdi,okumamı istedi.Bütünleme sınavları sırasıydı,bir kaç sayfa okudum iade ettim,sınavlard an sonra da tekrar getirmedi.Hala içime batar okumayışım.Bana değer vermiş getirmişti.Sınavlar işte.Arkadaşlardan başka okuyan oldu mu,eser yayınlandı mımerak ederim. O arkadaşıma da saygılarımla özürümü tekrar ederim.
Alıntı
 
 
0 #1 Hüseyin Uğur 20-11-2014 09:54
Sevgili kardeşim Bekir Kara Bey,yüreğinize, dilinize sağlık çok güzel yazmışsınız.Şubelerimiz farklıydı ama yolumuz aynı olduğu için,"okuma"kesişir konuşurduk.Siz,bizi aşan okumalar içinde ve üstelik çok başarılı idiniz.Sanıyorum Yüksek öğretmen okuluna da seçilmiştiniz.Sağlıklar diler hasretle öperim.Hüseyin Uğur
Alıntı
 

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile